17 Mayıs 2009 Pazar

İNSAN ÖMRÜ

Bir dede ile torun arasindaki sohbet:Torunu, bembeyaz sakalli, nur yüzlü dedesine merakla sorar:“Dedecigim! Bir insanin omrü ne kadar olur?” Dede tatli bir gülücükle:“Ezanla namaz arasi kadar yavrucugum.” deyince torun:“Nasil yani, omür bu kadar kisa mi?”“Evet yavrum. Omür, namazsiz ezanla, ezansiz namaz arasi kadardir.” diyedede biraz daha acar ilk sozunu. Torun yeniden sorar:“Namazsiz ezan ve ezansiz namaz” ne demek dedecigim?Dede torununa sefkatle aciklar:“Bak yavrum, gecen hafta komsumuzun cocugu dogdu. O cocugun kulagina benezan okudum, hatirladin mi?”T: Evet, dedecigim.D: Iste o ezanin namazi yoktur, sen de gordun ki namaz kilmadik.T: Haklisin dedecigim, simdi fark ettim.D: Pekiyi gecen ay dayin vefat ettiginde onun cenazesini bizim camiyegetirdigimizde sen de vardin. Hatirlarsan dayin icin cenaze namazi kildikhep beraber.T: Evet dedecigim, yengem cok aglamisti.D: Dikkat ettiysen o namaz icin ezan okunmadi, cunku cenaze namazinin ezaniolmaz. Aslinda cenaze namazinin ezani merhum dayin dogduktan sonra minik birbebekken kulagina okunmustu diye dusunebilirsin. Iste yavrum hayatimiz bunamazsiz ezanla baslar ve bu ezansiz namazla sona erer, ama bu sona eris birbaska baslangica isaret eder.Ben buna kisaca “Hayat, EZANLA NAMAZ ARASI KADAR SURER” diyorum.Sakin sana verilen omur sermayesini ziyan etme yavrucugum.Omrünü hayirli seylerle dolu dolu gecir, bir nefes bile bosluk birakma!

16 Mayıs 2009 Cumartesi

HİDAYET TÜRKOĞLU'NUN HİKAYESİ

Ünlu basketbolcu Hidayet Turkoglu esiyle birlikte, Eminonun de geziyordu. Once akvaryumculari dolastilar, Kapalicarsi,Nuriosmaniye, Yerebatan Sarnici, Ayasofya, Sultanahmet, Topkapi Sarayi,Gulhane Parki derken,Yeni Caminin onune kadar geldiler
Orada bagira bagira simit satan bir cocuk vardi.Basketbolcu birden durakladi…Sonra simitciye yaklasti:-Simit’in kaca koc ?-300 bin abi.Citir citir….-Tezgahta kac simit var ?-70-80 tane var herhalde…-Hepsini alsam ne tutar ?-Seksen desek 24 milyon.-Al sana 30 milyon…Farzet ki hepsini aldim…-Sagol abi… sagol…Basketbolcu uc onluk cikartip simitcinin onune birakti. Esi saskindi.Uc bes adim yurumuslerdi ki esine yaklasip fisildadi.-Hidayet sen deli misin ?-Yooo-Peki yemedigimiz simitlerin parasini niye verdin?-Bosver sorma.-Diyelim ki soruyorum. Hemde israrla soruyorum.-Oyleyse soyleyeyim.-Lutfedersiniz beyefendi.-Tablanin kenari dikkatini cektimi ?-Hayir.-Baksan gorecektin.Tahtaya bir isim kazinmisti.-Nasil bir isim ?-Hidayet !-Yoksa ?-Evet o tezgah, eskiden benimdi.
Bu hikayeyi hidayet tv8 de katildigi bir programda kendisi anlatmistir…

CENNETİN KAPILARI KİME AÇILIR


Cennetin Kapıları kime açılır?
“Eski Mısırlılarda ölüme dair şöyle güzel bir inanç varmış. İnsan ölüp ruhu cennetin kapısına gelince, kapıdaki görevli iki soru sorarmış.
Birincisi, “Yaşarken mutluluğu tattın mı?”.
İkincisi, “Senin varlığın birilerine mutluluk verdi mi?” diye…
“Cennetin kapıları, her iki sorunun da cevabını ‘evet’ olarak verebilene açılırmış sadece.”

MEVLANA'DAN


Kin, sapıklığın da aslıdır, kafirliğin de.
Kuru duayı bırak, ağaç isteyen tohum eker.
Bağış, kine merhemdir.
Vazifesini tam yerine getirmemiş olanın vicdan yarasına ne mazaretin devası ne ilacın şifası deva getirmiş..
.Aşk altın değildir, saklanmaz. Aşıkın bütün sırları meydandadır..
Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok. Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok.
. Aşk, davaya benzer, cefa çekmek de şahide: Şahidin yoksa davayı kazanamazsın ki..
. Aşk altın değildir, saklanmaz. Aşıkın bütün sırları meydandadır..
Kuzgun, bağda kuzgunca bağırır. Ama bülbül, kuzgun bağırıyor diye güzelim sesini keser mi hiç?
. Allah ile olduktan sonra ölüm de, ömür de hoştur..
Kabuğu kırılan sedef üzüntü vermesin sana, içinde inci vardır.
Adalet nedir? Her şeyi yerine koymak. Zulüm nedir? Bir şeyi yerine koymamak,başka yere koymak.
Şarap kadehtedir ama kadehten meydana gelmemiştir ki. Ağzını,şarabı verene aç.
Bülbüllerin güzel sesleri beğenilir de bu yüzden kafes çeker onları. Ama kuzgunla baykuşu kim kor kafese?
Ahlaksızların bağırışıyla, yürekli yiğitlerin naraları, tilkiyle arslanın sesi gibi meydandadır.
Sevgiden, tortulu bulanık sular arı-duru bir hale gelir. Sevgiden, dertler şifa bulur. Sevgiden, ölüler dirilir. Sevgiden, padişahlar kul olur. Bu sevgi de bilgi neticesidir.
Mumundur karanlık veren sana. Anlatırdım bunu ama, gönlünün beli kırılıverir. Gönül şişesini kırarsan artık, yaşamak fayda vermez.
Altın ne oluyor, can ne oluyor, inci, mercan da nedir bir sevgiye harcanmadıktan, bir sevgiliye feda edilmedikten sonra.
Sus artık yeter! Sır perdelerini pek o kadar yırtma. Çünkü bize, kırıkları sarıp onarmak,
sırları örtmek yaraşır.
Altın aramıyorum, altın olmaya yeteneği olan bakır nerede?
Burnuna sarımsak tıkamışsın, gül kokusu arıyorsun.
. Firavun, yüzbinlerce çocuk öldürttü, aradığıysa evinin içindeydi.
Eğer parça buçukta bütünle beraberdir, ondan ayrılmaz diyorsan, diken ye, diken de gülle beraberdir.
Terazide arpa altınla yoldaş olur ama bu, arpanın da altın gibi değerli olmasından değildir.
. Arslanın boynunda zincir bile olsa, bütün zincir yapanlara beydir arslan·
. Akıllı birisinden gelen cefa, bilgisizlerin vefasından iyidir.
· Birisi güzel bir söz söylüyorsa bu, dinleyenin dinlemesinden, anlamasından ileri gelir.

SORDUM SARI ÇİÇEĞE

Sordum sarı çiçeğe Annen baban var mıdır? Çiçek der derviş baba, Annen babam topraktır. Hak lâ ilahe illallah. Allah lâ ilahe illallah. Sordum sarı çiçeğe, Evlat kardeş var mıdır? Çiçek der derviş baba, Evlat kardeş yapraktır. Hak lâ ilahe illallah. Allah lâ ilahe illallah. Sordum sarı çiçeğe, Niçin boynun eğridir? Çiçek der derviş baba, Özüm Hakkâ doğrudur. Hak lâ ilahe illallah. Allah lâ ilahe illallah. Sordum sarı çiçeğe, Niçin benzin sarıdır? Çiçek der derviş baba, Ölüm bize yakındır. Hak lâ ilahe illallah. Allah lâ ilahe illallah. Sordum sarı çiçeğe, Size ölüm var mıdır? Çiçek der derviş baba, Ölümsüz yer var mıdır? Hak lâ ilahe illallah. Allah lâ ilahe illallah. Sordum sarı çiçeğe, Sen kimin ümmetisin? Çiçek der derviş baba, Muhammed ümmetiyim. Hak lâ ilahe illallah. Allah lâ ilahe illallah. Sordum sarı çiçeğe, Sen beni bilir misin? Çiçek der derviş baba, Sen YUNUS değil misin? Hak lâ ilahe illallah. Allah lâ ilahe illallah. (O'na, hep ona, hep o gözlerime yağan yağmur'a...) YUNUS EMRE

FARK ETMELİ İNSAN

Bir damlacık sudannasıl yaratıldığını fark etmeli.
Anne karnına sığarkendünyaya neden sığmadığınıveen sonunda bir metre karelik yerenasıl sığmak zorunda kalacağınıfark etmeli.
Şu çok geniş görünen dünyanın,ahirete nispetleanne karnı gibi olduğunufark etmeli.
Henüz bebekken“Dünya benim!” dercesineavuçlarının sımsıkı kapalı olduğunu,ölürken de aynı avuçların“her şeyi bırakıp gidiyorum işte!”dercesine apaçık kaldığınıve kefenin cebinin bulunmadığınıfark etmeli.
Baskın yeteneğinifark etmeli sonra.
Azrail’in her ansürpriz yapabileceğini,nasıl yaşarsaöyle öleceğinifark etmeli insan.
Hayvanların yolda, kaldırımda, çöplükteama kendisiningüzel hazırlanmış mükellef bir sofradayemek yediğinifark etmeli.
Yaratılmışların en güzeli olduğunufark etmelive ona göre yaşamalı.
Gülün hemen dibindeki dikenidikenin hemen yanı başındakigülü fark etmeli.
Evinde kedi, köpek beslediği haldeçocuk sahibi olmaktan korkmanınmantıksızlığını fark etmeli.
Eşine “seni çok seviyorum!” demeninmutluluk yolundaki müthiş gücünüfark etmeli.
Dolabında asılı 25 gömleğininsadece üçünü giydiğini amaarka sokaktaki komşusununo beğenilmeyen gömlekleremuhtaç olduğunu fark etmeli.
Zenginliğin ve bereketinsofradayken önünde birikenekmek kırıntılarını yemektegizlendiğini fark etmeli.
Annesinden doğarkentertemiz teslim aldığı gırtlağını veaşırı beslenme yüzünden sarkan göbeğinifark etmeli.
Fark etmeliyiz çok geç olmadan…
Ömür dediğinüç gündür,dün geldi geçtiyarın meçhuldür…
O haldeömür dediğinbir gündür,o da bugündür…
Can Yücel

CÖMERT YÜREK

Birisi, senin yolunun üzerinden geçtiği için daha mutlu mu? İşte başarı bu. Başkalarına katkıda bulunmaktan vazgeçtiğin gün ölmeye de başlamışsın demektir. Yüreğinde vermenin hazzı olmayan kişi en kötü kalp hastalığına sahiptir.
Hayattaki gerçek başarı başkaları için yaptıklarınla ölçülür. Bilge kişi kendi mutluluğunun başkalarının mutluluğunu da içinde barındırdığını bilir. Yaşanmaya değen hayat, başkalarının hayatlarına katkısı olan hayattır.
Bir dokunmanın, bir tebessümün, bir sevecen sözün, dinleyen kulağın, içten gelen bir iltifatın, ufacık bir ilginin bile bir hayatı değiştirebileceğini çoğu kez unutuyoruz ya da önemsemiyoruz. Kendimiz için yaptığımız her şey bizimle ölüyor ama başkaları ve dünya için yaptığımız şey biz öldükten sonra da yaşamaya devam ediyor. Hayatındaki dakikalar için yaptığın en iyi yatırım başkalarına verebilme gücüne sahip olduğun dakikalardır. Çünkü bu yatırım sana o hep aranılan huzur olarak geri döner. İki elimiz var. Biri kendimize diğeri başkalarına verebilmek için.
Başkalarına yardım etmek özünde kendimize yardım etmektir. Çünkü o daireyi tamamlar ve yine bize geri döner. Belki küçücük bir tebessüm bile o anda o kişinin ihtiyacı olan şeydir. Hiç kimsenin kimseye yardım etmediği bir insanlık varlığını ne kadar sürdürür dersin? Böyle bir hayat olabilir mi? Olsa bile buna hayat denir mi? Herhalde cehennemin tanımı olurdu bu.
En büyük suçluluk duygusu senden yardım isteyen bir kişiye yardım edebilme gücün ve zamanın olduğu halde etmemekten kaynaklanır. Tabii yardım talep eden derken yardım istemeyi bir sömürü yolu olarak alışkanlık haline getirmiş, hayatın kendilerine borçlu olduğunu düşünen, balık tutmayı öğrenmek yerine hazır balık isteyenleri, kendi yaşamsal sorumluluklarını başkalarının omzuna yıkmak isteyenleri kast etmiyorum. Bu tür insanlar başkalarının kendilerine, kendilerinin kendilerine harcadıkları zamandan daha fazla zaman ayırmasını, sorunlarına çözümler bulmasını talep eder ve talepleri bitmez. Vermek, her isteyene, ağlayıp sızlayana, şikayet edene değil, kendileri için gerçekten bir şeyler yapmak isteyenlere yaptığın para ve zaman yatırımıdır.
Özellikle zaman konusunda çok seçici olmak zorundayız. Çünkü herkesin banka hesabına her gün 1440 dakikalık zaman birimi yatırılıyor. Bunu özenle kullanmak da kişinin büyük sorumluluğudur; hem kendine hem bütüne karşı. Çünkü gün bitiminde bankadaki hesap kapatılıyor. Bu nedenle zamanın nasıl kullanıldığından sorumluyuz. Sorumsuzca kullanılan zaman başkaları tarafından yağmaya uğrar. Tıpkı milli piyango biletinden büyük ikramiyeyi kazanmış insanların etrafında karınca sürüsü gibi ortaya çıkan akrabaların ve yardım talep eden insanların toplanması gibi. Bu nedenle çiçeğin yetişeceği toprağa tohum ekmek önemli, çorak araziye değil.
Hayatına şöyle dönüp baktığında hatırladığın şeyler, başkalarına yürekten verdiğin anlardır. Sana yürekten verilenlerin hepsini hatırlamasan bile.
Başkalarına yaptığımız yardım bu dünyadaki ev kiramızı ödemenin yoludur. Ev kirası olarak verdiğimiz her şey bu dünyayı başkaları için daha güzel hale getiriyor.
Sıkıntıda olan bir kişiye söylenecek destekleyici bir söz bile hayat değiştirebilir. Tren kazaları, trenin bir milimetre raydan çıkmasıyla bile gerçekleşiyor. Bir milimetreye küçük diyebilir miyiz? Rotasını bir derece şaşmış uçak gideceği yerden 600 kilometre uzaklaşıyor. Bir dereceye küçük diyebilir miyiz?
Başkalarının başarmasına katkıda bulunduğumuz her şey bize de başarı olarak geri döner.
“Hayatın en acil sorusu: Başkaları için ne yapıyorsun?” diyor Martin Luther King.Dünyanın sana verdiğinden daha fazlasını sen dünyaya verdiğinde gerçek anlamda başarılı olursun. Daha çok şeye sahip olmanın yolu daha çok vermekten geçiyor. Yürekten vermeyi bilen için ihtiyacı olduğu anda ona uzanan el bulması doğaldır.
“Kuşlar gibi uçacak teknolojimiz var. Balıklar gibi yüzebiliyoruz. Gemilerle okyanusları aşabiliyoruz. Ama şu minicik gezegende kardeş gibi yaşamayı öğrenemedik henüz.”sözü de Martin Luther King’e ait.
Sahip olduklarının değerini bil. Şükran duy. Ama onları kalıcı güvence olarak görme. Sahip olduklarını senden daha talihsiz olanlarla paylaş. Yarının ne getireceğini bilemezsin ki.
Büyük şeyler yapmak herkesin harcı değil ama küçük şeyleri sevgiyle yapabiliriz.Hayatın en büyük sırlarından biri başkalarına yaptığımız her yardımın kendimize yapmış olduğumuz bir yardım olduğudur. Ne ekersen onu biçersin sözü işte bu sırrın bilge sözü.Sadece onu yukarı kaldırmak için aşağıya bakmak dışında hiç kimseye yukarıdan bakma. Günümüzün en büyük hastalığı verem, AIDS, cüzzam değil, hiç kimse tarafından istenmeme duygusudur. Hiç vermeyi bilen insanlar bu duyguyu yaşayabilir mi? İstenmeyen insan sadece almayı bilen, dünyanın ona borçlu olduğunu sanan insandır.Hepimiz hayatımızın bazı dönemlerinde başkalarının yardımına ihtiyaç duyarız. Gerçek zenginlik, başkalarına verebilecek bir şeylerimizin olmasıdır.
Aldığımız şeylerle hayatımızı kazanıyoruz.Verdiğimiz şeylerle hayatımızı YAŞANMAYA değer kılıyoruz

Ama en önce ve illa ki sağlık olsun!

Öyle sabah uyanir uyanmaz yataktan firlama.Yarim saat erkene kurulsun saatin.Kedi gibi gerin, ohh ne güzel yine uyandim diye sevin…Pencerini aç, yagmur da olsa, firtina da olsa nefes al derin derin.Yüzüne su çarpma, adamakilli yika yüzünü serin serin.Geceden hazir olsun, yarin ne giyecegin.Ona harcayacagin vakitte bir dilim ekmek kizart.Çek kizarmis ekmek kokusunu içineBak güzelim kahvaltinin keyfine…Ayakkabilarin boyali olsun, kokun mis.Önce sana güzel gelsin aynadaki siluetin.Çik evinden neseyle, karsina ilk çikana gülümse, aydinlik bir gün dile.Sonra kos git isine, dünden, önceki günden, Hatta daha da eskidenyarim ne kadar isin varsa hepsini tamamla, Ohhh söyle bir hafifle…Bir güzel kahve ismarla kendine, seni mutlu eden sesi duymak için alo de.Hiç isin olmasada ögle üzeri disari çik.Yagmur varsa islan, günes varsa isin, hatta üsü hava soguksa…Yürü, yürürken saga sola bak, öylesine degil, görerek bak.Çiçek görürsen kokla, köpek görürsen oksa, çocuk görürsen yanagindan makas al….Sonra, söyle bir düsün. Kimler sana yol açti, sen çok dar da iken?…Kimler seni ferahlatti, hani kapini kimsenin çalmadigi günlerde kimler kapini tiklatti?..Ne kadar uzun zamandir aramadin onlari degil mi?…Hadi hemen ugrayabilirsen ugra, arayabilirsen ara!…Hatirlarini sor, öyle laf olsun diye degil, kucaklar gibi sor!…Bu sadece onlarin degil, senin de yüregini isitacak, yüzünde güller açtiracak..Günün güzeldi degil mi? Aksamin da güzel olsun…Yemegin ne olursa olsun, masanda illaki kumas örtü olsun…Saklama tabaklari, bardaklari misafire. Sizden ala misafir mi var bu dünyada?..Ailecek kurulun sofraya, öyle acele acele degil, vazife yapar gibi hiç degil.Söyle keyife keyif katar gibi, lezzete lezzet katar gibi, eksik biraktiklarini tamamlar gibi.
Tadina var aksaminin…Gece evinde, dostlarin olsun.Sohbet mezen, kahkahan içkin olsun…Arkadasim, hayat bu. Daha ne olsun?Ama en önce ve illa ki saglik olsun!
Can Yücel

14 Mayıs 2009 Perşembe

HAYAT OYUNU

1. Size bir vücut verilecektir. Onu beğenebilir ya da ondan nefret edebilirsiniz, ancak kesin olan bir şey varsa o da ömrünüzün geri kalanı boyunca ona sahip olacağınızdır.
2. Dersler öğreneceksiniz. “Yeryüzünde Yaşam” isimli tam zamanlı gayrıresmi bir okula kaydoluyorsunuz. Her kişi veya her olay birer Evrensel Öğretmen’dir..
3. Hatalar yoktur, yalnızca dersler vardır. Büyümek bir deneyim sürecidir. “Başarı” kadar “yenilgiler” de bu sürecin bir parçasıdır.
4. Bir ders öğrenilene kadar tekrar edilir. Bu ders, ta ki siz öğrenene kadar size çeşitli biçimlerde anlatılır, ancak ondan sonra bir sonraki derse geçebilirsiniz..
5. Eğer kolay dersleri öğrenemezseniz bu dersler giderek zorlaşırlar. Dışsal sorunlar içsel durumunuzun kesin bir yansımasıdır. İçsel engelleri ortadan kaldırdığınız zaman dış dünyanız değişir. Acı, evrenin sizin dikkatinizi çekme şeklidir.
6. Davranışlarınız değiştiği zaman bir dersi öğrenmiş olduğunuzu anlarsınız.. Bilgelik egzersizdir. Bir şeyin bir parçası, hiç bir şeyin bir çoğundan daha iyidir.
7. “Bura” dan daha iyi bir “orası” yoktur. “Orası” dediğiniz yer “burası” olduğu zaman gene bura”ya kıyasla daha iyiymiş gibi görünen bir “orası” olacaktır.
8. Diğer insanlar yalnızca sizin aynanızdırlar. Diğer bir kişinin bir yönü sizin kendinizde sevdiğiniz ya da nefret ettiğiniz bir yönünüzü yansıtmadıkça onu sevmeniz ya da ondan nefret etmeniz mümkün değildir.
9. Yaşamınız size bağlıdır. Yaşam size tuvali sunar, resmi siz yaparsınız . Yaşamınıza sahip çıkın, yoksa başkası sahip çıkacaktır.
10. Daima ne isterseniz onu alırsınız. Bilinçaltınız kendinize çektiğiniz enerjileri, deneyimleri ve insanları doğrulukla belirler — dolayısıyla ne istediğinizi bilmenin en güvenilir yolu neye sahip olduğunuzu görebilmektir. Kurbanlar yoktur, yalnızca öğrenciler vardır.
11. Doğru ya da yanlış yoktur, ama sonuçlar vardır. Ahlaki yaklaşımların faydası olmaz. Yargılamalar ise yalnızca davranış kalıplarını korumak içindir. Yalnızca yapabildiğinizin en iyisini yapın.
12. Cevaplar kendi içinizdedir. Çocukların başkalarının rehberliğine ihtiyacı vardır; bizler ise olgunlaştıkça “Ruhun Yasaları”nın yazılı olduğu kalbimize güveniriz. Bildikleriniz duyduklarınızdan,okuduklarınızdan ya da size söylenenlerden çok daha fazladır. Yapmanız gereken yegâne şey bakmak, dinlemek ve güvenmektir.
13. Doğduğunuzda bunların hepsini unutacaksınız. Ne zaman arzu ederseniz hatırlayabilirsiniz.

KAFANI ÇARP FAKAT KAPIYI HIZLI ÇARPMA...


Kapıyı hızlı çarpıp çıkma.
Geri dönmek zorunda kalabilirsin" demiş büyüklerimiz...
"Kapıdan kapıya değişir" diye düşünebilirsiniz. Değişmez aslında.
Bazen öfke, hırs ya da intikam,
kalbinizi kapının çarpma hızından daha hızlı çarpar. Sevgilinizi, işinizi
ya da en iyi arkadaşınızı terk ederken çarptığınız kapılar aynıdır.
Hepsinde geride bıraktığınız insanlar vardır.
Onları "sizsizliğe" mahkûm edip mutlu olurken,
farkında olmadan kendinizi de onlardan "eksiltmiş" olursunuz.
Bazen çarpma öncesinde "neden" sorusu gelir.
Gelmezse bilin ki çarptığınız kapı bir daha size hiç açılmayacaktır.
Hayat politika gibi değildir. Pişkinlik ve yüzsüzlük kaldırmaz.
Pişmanlığa bile esnekliği çok azdır.
Terazisi, "çıkarlardan" çok, "duygularla" tartar. Kefenin birine kırık bir kalp koyduğunuzda, diğerine ne koyarsanız koyun dengelemez.
Kalp cam gibidir. Kırıkları yapıştırsanız da izleri yok edemezsiniz.
Sevgilinizi, "sevgisizlikten" değil, "bencillikten" terk ediyorsanız,
bundan sonra çarpacağınız daha çok kapı var demektir.
Her "çarpıntı" hayatınıza attığınız bir çarpıdır. Bu çarpı, matematikteki
görevini üstlenip "artırıcı" etki yapmaz. Görevini, "eksi"ye devreder.
İşyerinizi, yeni bir iş bulduğunuz için terk ediyorsanız,
kapıdan girerken verdiğiniz sözleri hatırlamanız gerekir.
Kimse hayatını aynı işyerinde geçirmek zorunda değilse de, sözlerini tutmak zorundadır. Tabi bu sözleri tutmak kendi elinde olduğu sürece...
Yasal zorunlulukları bir kenara atın.
Patronun sizi Pazartesi çağırıp, Salı günü atma lüksünü de...
Patron sizi gönderirken, geride kalanların durumundan çok kurumun
devamlılığını düşünür. Kurum yoksa iş de yoktur.
Hedeflenen satışa, kara ve verimliliğe ulaşmadıkça
Pazartesi-Salı döngüsünden sıyrılmak da mümkün olmaz.
Siz giderken durum biraz daha farklıdır.
Sevgilinizi terk etme nedeniniz işiniz için de ortaya çıkarsa
"çarpı" işaretinin "eksiltici" etkisi bir kez daha devreye girer.
Elinizdeki işleri devretmeden, geride kalanları zor durumda bırakarak
"çarparsanız" bu kez birden çok kişiyi hayatınızdan eksiltirsiniz.
En iyi arkadaşınızı terk ediyorsanız vay halinize.
Kaç kişinin "en iyi" arkadaşı vardır?
"En iyi" arkadaşı edinmek kaç yıllık emek ister?
"Kaç yılda" edinilen "en iyi" arkadaş, "kaç saniyede" harcanır?
"En iyi"nin boşalttığı yeri doldurmak için kaç tane "iyi" gerekir?
Kapıları çarptıktan sonra
kafayı çarpmamak için düşünmekte fayda var.

TAŞIN HİKAYESİ

Genç bir Yönetici, yeni Jaguarı içinde kurulmuş, biraz da hızlıca, bir mahalleden geçiyordu. Park etmiş arabaların arasından yola fırlayan bir çocuk olabilir düşüncesiyle dikkatini daha çok yol kenarına vermişti. Bir şeyin yola fırladığını görünce hemen fren yaptı ama aracı durana kadar geçen mesafede yola çocuk fırlamadı. Bunun yerine, yepyeni arabasının yan kapısına büyükçe bir taş çarptı. Adam hızlıca frene yüklendi ve taşın fırlatıldığı boşluğa doğru geri geri gitti.
Sinirlenmiş olan genç adam arabasından fırladı ve taşı atan çocuğu kaptığı gibi yakında park etmiş olan bir arabanın gövdesine sıkıştırdı. Bunu yaparken de bağırıyordu :
Sen ne yaptığını sanıyorsun serseri? Bu yaptığın ne demek oluyor? O gördüğün yepyeni ve pahalı bir araba ve attığın o taşın mahvettiği yeri düzelttirmek için kaportacıya bir sürü para ödemek zorunda kalacağım. Neden yaptın bunu ?
”Küçük çocuk üzgün ve suçlu bir tavır içindeydi. “Lütfen, amca, lütfen kızmayın. Ben çok üzgünüm ama başka ne yapabilirdim, bilemedim. Taşı attım çünkü işaret etmeme rağmen diğer arabalar durmadı.”
Çocuk, gözlerinden süzülen yaşları elinin tersiyle silerek park etmiş bir aracın arkasına işaret etti. “Abim orada. Yokuştan aşağı yuvarlandı ve tekerlekli sandalyesinden düştü ve ben onu kaldıramıyorum.”
Çocuğun şimdi hıçkırıklardan omuzları sarsılıyordu ve şaşkın adama sordu:
“Onu kaldırıp tekerlekli sandalyesine oturtmama yardım edebilir misiniz? Sanırım abim yaralandı ve benim için çok ağır.
Ne diyeceğini bilemez halde, genç yönetici boğazındaki düğümden yutkunarak kurtulmaya çalıştı. Yerde yatan sakat çocuğu kaldırıp tekerlekli sandalyesine oturttu, cebinden temiz ve ütülü mendilini çıkartıp, çeşitli yerlerinde oluşmuş ve kanayan yara ve sıyrıkları dikkatlice silmeye çalıştı.
Bir şeyler söyleyemeyecek kadar duygulanmış olan genç adam, abisinin tekerlekli sandalyesini iterek yavaş yavaş uzaklaşan çocuğun ardından bakakaldı. Jaguar marka arabasına geri dönüşü yavaş yavaş oldu ve yol ona çok uzun geldi.
Arabanın yan kapısında taşın bıraktığı iz çok derin ve net görülür şekildeydi ama adam orayı hiçbir zaman tamir ettirmedi. Oradaki izi, şu mesajı hiç unutmamak için sakladı:
Hiçbir zaman yaşamın içinden, seni durdurmak ve dikkatini çekmek için birilerinin taş atmasına mecbur kalacağı kadar hızlı geçme.
Yaratıcı ruhumuza fısıldar ve kalbimizle konuşur. Bazen, onu dinlemek için vaktimiz olmuyorsa, bize taş fırlatmak zorunda kalır.